Türkiye’nin demokrasi tarihine unutulmayacak kara bir leke olarak kazınan, eski Başbakan Adnan Menderes ile çalışma arkadaşları Çanakkale Milletvekili ve Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ile Maliye Bakanı Hasan Polatkan’ın idam edilmelerinin üzerinden tam 60 yıl geçti…
Türkiye’nin demokrasi tarihine unutulmayacak kara bir leke olarak kazınan, eski Başbakan Adnan Menderes ile çalışma arkadaşları Çanakkale Milletvekili ve Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ile Maliye Bakanı Hasan Polatkan’ın idam edilmelerinin üzerinden tam 60 yıl geçti…
27 Mayıs askeri darbesi sonucu, 16 Eylül 1961 günü idam sehpasında sandalyesini kendisi iterek ölüme bile onurlu giden Çanakkale’nin demokrasi şehidi Fatin Rüştü Zorlu’nun adı 60 yıl sonra bugün maalesef hiçbir siyasetçi tarafından hiçbir platformda Çanakkale’de anılmadı, ruhuna rahmet okunmadı. Özellikle iktidar partisi milletvekilleri ve teşkilatları tarafından adeta unutularak tek bir anma mesajı bile yayınlanmadı.
ADINI YAŞATACAĞIZ DİYEN AK PARTİ, ADINI ANMAYI UNUTTU…
Oysa ki, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan birkaç ay önce merhum Başbakan Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan’ın anıt mezarlarını ziyaret ederek dua okumuş, bugüne kadar teşkilatlar ve vekiller tarafından anılmış hatta daha geçen yıl AK Parti Çanakkale İl Başkanlığı Yerel Yönetimler Birim Başkanlığı tarafından 27 Mayıs cunta darbesinde darağacına gönderilen Demokrasi Şehidimiz, Çanakkale Milletvekili Fatin Rüştü Zorlu ismini, ‘Demokrasi Kültürü’ adına yaşatmak için Çanakkale’nin CHP’li Belediye Başkanı Ülgür Gökhan’a açık davette bulunulmuştu.
60 YIL ÖNCE BUGÜNÜ KALEME ALDI…
Çanakkale, demokrasi şehidi vekilini unutsa da, Hürriyet gazetesi yazarı Sedat Ergin, 27 Mayıs askeri darbesinde idam edilen Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’nun 60. ölüm yıl dönümünde çarpıcı bir yazı kaleme aldı.
16 Eylül 1961 yılında idam edilen Çanakkale Milletvekili Zorlu’nun ölüm yıl dönümünü kaleme alan Gazeteci Ergin, infaz anlarına ilişin görevlilerin anlattıklarını ve Zorlu’nun ailesine yazdığı mektubu köşesine taşıdı. İşte yürek burkan o yazı ve karanlık günlere ışık tutarak aydınlatan satır aralarında ki acı detaylar…
FATİN RÜŞTÜ İDAM SEHPASINDA SANDALYEYİ KENDİSİ İTTİ…
Tarihin sayfaları bundan tam 60 yıl önce bugünü gösteriyordu, 16 Eylül 1961. Yer, Marmara Denizi’nde İmralı Adası’ndaki cezaevi… Yassıada’daki yargılamalarda haklarında idam cezası verilen hükümlüler hücrelerinde infaz anını bekliyordu. Saat 03.00 sularında önce Hasan Polatkan hakkındaki idam kararı infaz edildi. Sıra Fatin Rüştü Zorlu’ya gelmişti. Önce son mektubunu yazdı. Sonra etrafına bakındı. Kravatını arıyordu. İdam sehpasına kol düğmelerinin yanı sıra kravatıyla da çıkacaktı. Birden gülümseyerek “Sahi hatırladım, onu gelirken bizden almışlardı” dedi…
Önce Maliye Bakanı Hasan Polatkan idam edildi. İmralı Cezaevi’nde Polatkan’ın asılmasına tanıklık eden Yassıada Komutanı Albay Tarık Güryay, o anı şöyle anlatıyor:
“Tek kelimeyle bitikti. Bütün reflekslerini kaybetmiş bulunan vücudu, ancak kollarındaki gardiyanların desteği ile ayakta durmaktaydı. Okunan kararı dinlemiş, anlamış olduğunu hiç sanmıyorum. Biraz sonra hocanın yapmış olduğu telkini çok zor tekrarladı. Yüzü bir ölününkinden de sarıydı. Gömlek giydirildi. Elleri arkadan kelepçelendi. Gardiyanların kolunda sehpaya kadar götürüldü ve hüküm infaz edildi.”
Tarihin sayfaları bundan tam 60 yıl önce bugünü gösteriyordu, 16 Eylül 1961. Yer, Marmara Denizi’nde İmralı Adası’ndaki cezaevi…
TEK KİŞİLİK HÜCREDE ÖLÜMÜ BEKLERKEN…
Yassıada’da görülen yargılamalar sonunda, darbeci subayların bir araya geldiği Milli Birlik Komitesi’nin kararıyla oluşturulan özel yetkili mahkeme, kararını bir gün önce, 15 Eylül 1961 tarihinde açıklamıştı.
“Yüksek Adalet Divanı” olarak adlandırılan mahkemenin idam cezasına çarptırdığı 15 hükümlüden 14’ü ve müebbet hapis cezasına çarptırılan 31 hükümlü aynı gün akşam saatlerine doğru hücumbotlarla Yassıada’dan İmralı Adası’na getirildi.
Başbakan Adnan Menderes, kararların açıklanmasından önceki gece yarısı intihar girişiminde bulunduğu ve sağlık durumu izin vermediği için İmralı’ya getirilmemişti.
Haklarında idam cezası verilen 14 hükümlü, adadaki bir binanın ikinci katındaki tek kişilik hücrelere elleri arkadan kelepçelenmiş halde yerleştirildi.
Hepsi tek başlarına kaldıkları küçük hücrelerde haklarında verilmiş olan cezanın infazını, ölüm saatlerini bekliyordu.
15 İDAMDAN 12’Sİ MÜEBBETE ÇEVRİLİYOR…
İnfaz işlemi gecikiyordu. Nihai onay makamı Milli Birlik Komitesi (MBK), akşam saatlerinde Ankara’da toplantı halindeydi. Komite, idam cezaları konusunda ikiye bölünmüştü. Çekişmeli geçen toplantı sonunda geç saatlerde karar çıktı. İdam cezalarından dördü onaylanmıştı. Karar 9 ‘hayır’a karşı 13 ‘evet’ oyuyla alınmıştı.
Toplam 15 idam cezasından 11’i müebbete çevrilmişti. MBK’nın müebbete çevirmeyip idam cezalarını onayladığı dört hükümlü şunlardı: Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Adnan Menderes, Maliye Bakanı Hasan Polatkan ve Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu.
Ancak MBK, daha sonra Celal Bayar hakkındaki idam hükmünü ileri yaşı nedeniyle müebbet hapsine çevirmişti. Bu durumda idam hükümlülerinden yalnızca üçü, Menderes, Polatkan ve Zorlu asılacaktı.
Milli Birlik Komitesi’nden çıkan kararlar Yassıada Başsavcısı Altay Ömer Egesel ile Yassıada Komutanı Albay Tarık Güryay’a bildirildi. Güryay, haklarındaki idam cezaları infaz edilmeyecek 12 sanığı hücrelerinde tek tek ziyaret ederek, cezalarının müebbet hapse çevrildiğini bildirdi. Hepsinin kelepçelerini çözdürdü. Yalnızca Zorlu ve Polatkan’ın hücrelerine uğramadı.
Başsavcı Egesel, cezaların infazını bir an önce gerçekleştirmek istiyordu. Saat 03.00 sularında önce Hasan Polatkan hakkındaki idam kararı infaz edildi. Sıra Fatin Rüştü Zorlu’ya gelmişti.
SON MEKTUBUNU YAZARKEN ELLERİ TİTREMEDİ…
İnfaz savcıları hücresinden içeri girdiklerinde Fatin Rüştü Zorlu, “Benden mi başlıyorsunuz?” diye sorsa da bu sorusuna bir yanıt alamadı. Ve önce alt kattaki salona gittiler.
Yassıada Komutanı Albay Tarık Güryay, yıllar sonra kaleme aldığı “Bir İktidar Yargılanıyor” başlıklı hatıratında, Polatkan’ın ardından “Zorlu’nun salona bambaşka bir insan gibi geldiğini” anlatıyor:
“Salona gardiyanların önünde girdi. Rahat adımlarla bize doğru yürüdü ve hepimizi selamladı. Kendisine okunan kararı bütün heyecanları kenara atabilmiş kesin bir metanetle dinledi.”
Zorlu’nun yüzüne idam kararı okundu. Zorlu, kararın okunmasını dinledikten sonra ailesine mektup yazmak için Egesel’den izin istedi. Egesel, “Fatin Bey, çok kısa olmak şartıyla…” diyerek izin verdi.
Bu arada Adli Tabip Lütfü Bey, araya girdi, “Ben yazayım, siz imzalarsınız” diye… “Lütfedin de ben yazayım” diye yanıtladı Zorlu.
Getirilen kâğıt-kalem, salonda üstü yemek artıklarıyla dolu olan büyük masanın temiz kalmış bir köşesine kondu. Ancak eli kelepçeli olduğu için nasıl yazacaktı? “Açın da rahat yazayım” diye ricada bulunması gerekti Zorlu’nun. Kelepçe çıkartıldı.
Herkes masanın çevresinde toplanmış infaza geçilmesi için Zorlu’nun mektubunu bitirmesini bekliyordu. Güryay, “Ben ellerine dikkat ediyordum, hiç titremiyordu” diye anlatıyor.
İnfaz savcıları, gün doğmadan infazı gerçekleştirmek istiyordu. Başsavcı Egesel’in yardımcılarından biri, “Fatin Bey, biraz çabuk olun” diye seslendi Zorlu’ya. Egesel, “Bırakın, mektubunu yazsın” diyerek müdahale etti.
ANNECİĞİM, HUZUR İÇİNDEYİM BENİM İÇİN ÜZÜLMEYİN…
Zorlu, mektubu bitirdikten sonra Egesel’e verdi. Mektubunda, annesi Hatice Güzide Hanım, eşi Emel Hanım, kızı Sevin ve ağabeyi Büyükelçi Rıfkı Zorlu’ya şöyle sesleniyordu:
“Sevgili Anneciğim, Emelciğim, Sevinciğim ve Ağabeyciğim,
Şimdi Cenabı Hakk’ın huzuruna çıkıyorum. Sakinim, huzur içindeyim. Benim için üzülmeyin. Sizlerin de sakin ve huzur içinde yaşamanız beni daima müsterih edecektir.
Bir ve beraber olun. Allah’ın takdiri böyleymiş. Hizmet ettim ve şerefimi daima muhafaza ettim. Anne, siz sevdiklerimi muhafaza edin ve Allah’ın inayetiyle onlarını huzurunu temin edin. Hepinizi Allah’a emanet eder, tekrar üzülmemenizi ve hayata berdevam olarak beni huzur içinde bırakmanızı rica ederim. Allah memleketi korusun.”
ANACIĞIMA, KORKMADAN SON NEFESİMİ VERDİĞİMİ SÖYLEYİN…
Mektubun yazımı bittiğinde abdest alması için ibrik getirildi. Zorlu, ceketini çıkarıp abdestini almaya başladı. Gardiyanlardan biri ibrikle su döküyordu. Abdest alma faslı bitince çoraplarını giydi. Gömleğinin sıvadığı kollarını indirdi ve ardından kol düğmelerini taktı.
Bu arada bir şey arar gibi sağına soluna bakındı. Albay Güryay, “Ne arıyorsun?” diye sordu. Kravatını arıyordu. İdam sehpasına, kol düğmelerinin yanı sıra kravatıyla da çıkacaktı. Birden gülümseyerek “Sahi hatırladım, onu gelirken bizden almışlardı” dedi Zorlu.
Artık infaz anı gelmişti. Zorlu, hem Egesel hem de Güryay’la helalleşti. Bu arada Güryay’dan bir ricada bulundu:
“Kumandan Bey, sizden hatırlarsınız ya son bir ricam olacağını söylemiştim. Benden evvel asılmış olanların ölüme nasıl gittiklerini bilmiyorum. Fakat ben, işte gördüğün gibi galiba bir insanın olabileceği kadar sakin ve metinim. Senden bunu aileme ve bilhassa anacığıma mutlaka bildirmeni istiyorum. Son nefesimi onu utandıracak bir korkaklığa düşmeden verdiğimi mutlaka bilmesini isterim.”
Güryay, bu isteğini yerine getireceğini, “ölüme metin olarak gittiğini ailesine bildireceğini” söyledi. Ancak sonradan 1971 yılında yayımlanan kitabında “Kader kendisini ailesiyle karşılaştırmadığı için bu sözü tutmak imkânını bulamadığını, bu satırları yazarak yerine getirmiş olduğunu” söyleyecekti.
HOCANIN ARAPÇA TELAFFUZ HATALARINI DÜZELTTİ…
Bu ricası dışında Zorlu, merak ettiği bir konuyu yine gündeme getirdi. Güryay’a, “Ben, asılanların kaçıncısı oluyorum?” diye sordu.
Zorlu, MBK’nın 15 idam cezasından 11’ini müebbete çevirdiğinden, daha sonra Bayar hakkındaki cezayı da ileri yaşı gerekçesiyle benzer şekilde müebbete çevirdiğinden habersizdi. Bütün idam kararlarının infaz edilmekte olduğunu zannediyordu. Güryay, “Ne baştasın, ne sonda” diye karşılık verdi.
Zorlu, bunu duyunca “Hayru’l umûri evsâtuhâ” (İşlerin hayırlısı ortada olandır) diye karşılık verdi.
Ve sıra cellatlar tarafından idamlık beyaz gömleğin giydirilmesine geldi. Hakkındaki idam kararının özeti beyaz gömleğin önüne asıldı. Kolları arkadan bağlanırken Başsavcı Egesel’e son bir ricada bulundu Zorlu; ellerinin önden bağlanmasını istedi. Egesel, kanunen bunun mümkün olmadığı yanıtını verdi.
Bu sırada hoca dua okuyordu. Tam o esnada, herkesi şaşırtan bir olay oldu. Zorlu, hocanın okuduğu bazı Arapça sözcükleri telaffuz ederken yaptığı hataları düzeltti. Ardından darağacının kurulu olduğu avluya geçildi. Ne masaya ne de masa üzerindeki sandalyeye çıkarken yardım istemedi. Hatta heyecandan eli titreyen cellada şöyle konuştu Zorlu:
“Oğlum ne titreyip duruyorsun…İlmik senin değil, benim boynuma geçecek…”
‘ALLAHAISMARLADIK’ DEYİP SANDALYEYİ KENDİSİ İTTİ…
Güryay, sonrasını şöyle anlatıyor:
“Sonra adeta kendisini uçsuz bucaksız bir boşluğa atar gibi, “Allah memleketi korusun, haydi Allahaısmarladık’ dedikten sonra ayaklarının altındaki sandalyeyi itmek işini de kimseye bırakmadı.
Boyu uzun olduğu için ayakları masaya basmıştı. Cellat masayı itti. Ona bu kadarcık da iş düşmüş bulunmasaydı, Zorlu sanki asılmış değil, intihar etmiş gibi olacaktı.”
Son nefesini verdiğinde 51 yaşında olan Zorlu’nun cansız bedeni, Polatkan’ınki gibi bir süre darağacında bekletildi ve ardından sabahın ilk ışıklarıyla İmralı Adası’nda sessiz bir şekilde defnedildi.
ÜSTÜNDEN DUALAR KUR’AN’DAN AYETLER ÇIKTI…
Ölümünden sonra Zorlu’nun üzerinden iki yüzüne de kendi elyazısıyla notlar aldığı bir kâğıt parçası çıktı. Kâğıdın bir yüzünde namazın sonunda okunan “Salli Barik” duası yazılıydı.
Diğer yüzünde Kuran’ı Kerim’in Araf Suresi’nin 89’uncu ayetinin sonunda yer alan Hazreti Şuayb’ın duası yazıyordu. Türkçe mealiyle şöyle yazılıydı:
“Ey rabbimiz, bizimle kavmimiz arasına adaletle hakiki ölçü olarak hükmünü ver. Sen hükmünle sonuca varanların en hayırlısısın…”
Zorlu, ayetin hemen altına Türkçe şöyle yazmıştı:
“Allahım, hayırlısıyla selamete kavuşmamı, yüz aklığıyla beraatımı nasip eyle…”
Zorlu’nun bu ifadesi, dini literatürdeki anlamıyla ölümden önce Allah’ın katında suçsuzluğu ve masumiyeti için yapılan bir duaydı.
ÖLÜMDEN KORKMUYORDU…
Dışişleri Bakanlığı’nda uzun yıllar Zorlu ile birlikte çalışan Büyükelçi Semih Günver, kendisi hakkında kaleme aldığı, 1985 yılında yayımlanan “Fatin Rüştü Zorlu’nun Öyküsü, Z- Zorro gibi” başlıklı kitabını şu satırlarla bitirecekti:
“Fatin Rüştü Zorlu, ölümden korkmuyordu. Çünkü ölüme inanmıyordu. Ona sık sık kafa tutmuştu. Bu defa da ölümün karşısında sonuçta galip geleceğinden emin başı dik, vakarlı ve cesur çıkmıştı.”