Yaklaşık 5000 yıllık geçmişiyle ve antik çağdan günümüze kadar gelen ismiyle Kuzey Ege’nin büyüleyici yerlerinden birisidir Assos. Çanakkale’de mutlaka gidilmesi gereken yerlerin başında gelir.
Taşından toprağından tarih fışkırıyor, taşlar diyarı Assos’un. Burası orijinalliğini hiç yitirmemiş, çağlar öncesinde olduğu gibi bugünde karşınızda duruyor. Yüzlerce yıllık gizemli dokusuyla tarihe ışık tutan Assos bölgesine tatilciler bu yüzden yoğun ilgi gösteriyor.
Çanakkale’ye 90 kilometre mesafedeki Assos Antik Kenti, Aristo’nun ilk felsefe okulunu kurduğu yer olarak biliniyor. Eşsiz manzarasıyla yeşil ile mavinin sınırında ki iskelesi, hala ayakta duran zengin tarihi, o atmosferi yaşatan otantik otelleri, Ege’nin en leziz balıklarının servis edildiği restaurantları ile gezilip görülecek önemli bölgeler arasında yer alıyor.
Assos, yıl boyunca her mevsimde gidilebilecek yerler arasında bulunuyor. Ziyaretçilerin karşısına Assos’tan 2 kilometre doğuya sahil yolunu izleyince Kadırga Koyu çıkıyor. Osmanlı zamanında donanmanın kadırgaları bu koya çekildiğinden bu adı almış. Yörede ilk ”Mavi Bayrak” alan plaj da bu koyda buluyor. Açık plaj durumundaki koyun çevresi zeytinliklerle çevrili. Buradaki oteller genellikle doğaya saygılı, çevre yerel mimarisi ile uyumlu ve muhakkak zeytin ağaçları arasında.
Kendi küçük değeri büyük
Gülpınar’dan doğuya doğru ilerleyen ve hepsi 26 kilometre olan yol Assos/Behramkale’ye çıkıyor. Tarihi ve doğal güzellikleri ne kadar zengin olsa da aslında “bir avuç” denilebilecek kadar bir yer Assos. Ama bu bölgenin turizminde yıllardır lider konumunda. Bu liman aslında çok eski tarihlerde de vardı ve gene böyle küçük bir limandı. 1950’lere kadar da sanayi hammaddesi olarak meşe palamudu ihraç edilirdi. Son yıllardaki araştırmalar buradan demir de ihraç edildiğini gösteriyor.
Taşlar diyarı Assos
Kent bir volkan konisi üzerine yerleşmiş. Güneye, denize doğru teraslarla iniyordu. Bugünkü köy ise kuzeyde, Türkler bölgeye geldiklerinden itibaren güneye doğru yerleşim kurmamışlar. Bunun korsanlardan korunmak için olduğu anlaşılıyor. Oysa Antik dönemde kent denize bakıyor ve Ege’nin ünlü İmbat rüzgarını alıyordu. Antik kentin etrafı dört kilometrelik surla çevrili. Surların bir kısmı yok olmuş. İ.Ö. 6. yüzyıldan beri surlarla çevrili olduğu biliniyor. En son dönem surları 4. yüzyıla ait. Bunlar onarılarak Roma döneminde de kullanılmış. Günümüzde de önemli ölçüde ayakta, iyi durumda.
Kentin yapıldığı zor işlenen ama çok dayanıklı taşa antik yazarlar “insan yiyen taş” diyorlardı. Zor işlense de dayanıklı olan bu taş Assos’un ihraç malları arasındaydı. Taştan yapılan lahitler satılıyordu. Araştırmalar lahitlerin değerinin kullanılan şaptan geldiğini ortaya koyuyor. Şap ticareti o dönemde önemli ve kazançlıydı.
Batı Nekropolü (mezarlık)
İlk kazı 1981 yılında başladı ve ilk kazı alanı nekropoldü. Mezarlık M.Ö. 7. yüzyıldan 2. yüzyıla kadar; 9 yüzyıl mezarlık olarak kullanılmış.
En eski gömüler, yakılan cesedin küllerini çömleklere konulup ve ağzının kapatılarak gömülmesi şeklinde yapılıyordu. Sonra daha büyük küplere ölü ana karnındaki gibi konuluyor ve dönemin inancı gereği geri gelmesin diye ağzı taşla kapatılıyordu. Ölen erkekse geri gelme ihtimaline karşı eşi tanınmamak için bir süre peçeyle dolaşıyordu. Küp gömülere ölü için hediyelerde konuyordu. Türkiye’de define avcılarının mezar kazmaya meraklı olmaları ve çok sayıda “bir küp dolusu altın” bulma öyküsünün altında da bu kültürün olduğu anlaşılıyor.
Daha sonraki mezar tipi lahitler. Yüzeye yakın bulunan lahitlerin hepsi daha önce defineciler tarafından soyulmuş. Ancak altlardaki lahitlerde iskelet kalıntıları ve ölü hediyeleri bulunabilmiş. Bu buluntuların en değerlisi İ.Ö. 4. yüzyıla tarihlenen pişmiş topraktan yapılma bir kadınlar orkestrası heykelciği. Hiçbir müzede benzer bir örnek yoktur.
Önce tarihe yolculuk
Assos antik kenti, limana inmeden önce karşılıyor ziyaretçileri. Bir liman kentiydi. İhracat yapılır, buradan geçen ticaret gemilerine ikmal yapılır ve vergi (gümrük) alınırdı. Adı biraz tartışmalı. Mesela Homeros Assos adından hiç söz etmez. Troia’nın destekçilerinden söz ederken Pedesa’dan söz eder. Strabon ise II. Yüzyılda Pedesa’ya gittiğinde buranın terk edilmiş bir kent olduğundan söz ediyor. Oysa Assos’un tarihi boyunca her zaman iskan gördüğü biliniyor. O zaman Pedasa bir başka yer olmalı. 6. yüzyılda Assos paralarının üzerinde Assi yazılı. Bu ad Helence değildir, Anadolulu yerli bir addır.
Akropol (yukarı kent)
En yüksek noktada tanrıça Athena’ya adanmış Athena Tapınağı var, İ.Ö. 525 yıllarında yapılmış. Arkaik Çağ’da Anadolu’da yapılmış ilk ve tek Dor düzenindeki tapınaktır. Tapınakta ayakta gördüğümüz sütunlar yoktu. Kazı çalışmalarında sağlam kalabilmiş sütunlardan çıkarılan kalıplarla yeni sütunlar dökülmüş ve böylece ayağa kaldırılmış. Sütunların üzerindeki firizlerin bir kısmı 1881’de Boston Müzesi’ne götürülmüş. Bir kısmı Louvre Müzesi’nde ve bazı parçalar da İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde. Kabartmalarda kahraman Herakles’le ilgili bir mitos anlatılıyor.
Bizans Bazilikası
Güney yamaçta teras üzerindeki Agora’nın kuzey stoası iki katlı, güney stoası dört katlı. Ortada tanrıça Athena’ya adanmış küçük bir tapınak var. Bu yörede 2002 yılında yapılan arkeolojik çalışmalara 6. yüzyıl konut yapıları bulundu. 1985 yılından beri çalışılan tiyatronun deprem gördüğü ve çöktüğü anlaşıldı. Devrilmiş duvarları yeni baştan örüldü. 4000 kişilik. Bir zamanlar taş ocağı gibi kullanılıp taşları götürülmüş. İki yanda tonozları varmış, tonozlardan biri yeni üretilen taşlarla ayağa kaldırıldı. Yeni yapılan sıralarla eksikler tamamlandı. Sahne binasının yanından giden 2000 yıllık bozulmamış bir cadde ortaya çıkarıldı.
Hıristiyan Mahallesi
Kentin güneybatı yönündeki konut alanlarında yapılan kazılarda Hıristiyan Mahallesi bulundu. 6. yüzyıla tarihlenen seramikler ele geçti. Bir başka konutta aynı tarihten bir sarnıç ortaya çıkarıldı. Kentte bulunan diğer sarnıçlar o dönemlerde kentin su sıkıntısı çektiğini gösteriyor. Su sıkıntısı bugün de sürüyor.
Ayazma Tepe
2002’de kazılan bir başka alan Ayazma Tepe’ydi. Düzgün teras duvarları, dikdörtgen planlı büyük yapı burada büyük bir Hıristiyanlık merkezinin işaretleri. Şehrin Akropol eteklerindeki yerleşimi Tunç Çağı’nda kadar iniyor. Sonraki dönem yerleşimleri de aynı yerde gerçekleşmiş.
Assos İskelesi
Antik kent gezisinden sonra yazın otomobil inişine izin verilmeyen kısa ama dik yokuşu inerek, yoğun sezon dışında limanın girişindeki park yerine otomobil bırakılarak limana giriliyor. Zaten burada otomobilin bir anlamı yok. Bir avuç yer, sokakları daracık.
Kentin limanında iki mendirek vardı. Biri bugün de onarılmış olarak kullanılıyor. Limanda çoğu otel, motel olan taş yapılar geçen yüzyılın yapıları. Yeni bina yapılmasına izin verilmemesi burayı asıl değerli kılan şey oldu. Halen kullanılan bir çeşme Roma döneminden kalma. Assos yıl boyunca her mevsimde gidilebilecek bir yer, zaten kış tatillerinde de dolup taşıyor. Ama asla gürültülü patırtılı bir yere dönüşmüyor. Bu hem buradaki turizmcilerin hem de Assos müdavimlerinin birlikte sağladığı bir huzur ortamından geliyor.
Deniz kenarında felsefe
Assos’un bir ilginç özelliği de 5. yüzyıl’dan sonra kentin bir tür “özelleştirmeye” uğraması. Zengin banker Euboulos kentin yönetimine gelmiş. Kentin ondan sonraki hakimi de bankerin azatlı kölesi ve mirasçısı Hermias olmuş. Hermias felsefe eğitimi görmüştü. Platon’un öğrencisi olmuştu ve mantık biliminin kurucusu Aristotales’in arkadaşıydı. Aristotales Hermias’ın çağrısı üzerine Assos’a gitti ve üç yıl kadar burada dersler verdi. Doğrusu felsefe dersi almak için çok uygun bir yer. Bir de şiir için uygun yer olduğu kanısı var. Akşam gün batarken, sabah İda Dağı’nın eteklerine doğru yürürken, gece ay ışığında güzel bir sofrada sevdiğinizle otururken insanın aklına bir şiir, birkaç mısra gelmemesi mümkün değil. Öylesine romantik ve değişik bir atmosferi var bu antik limanın.
Ve limandaki balıkçı teknelerinin her gün attıkları ağlara takılan balıklar, ahtapotlar, kalamarlar ve daha başka deniz ürünleri çevre bahçelerde yetiştirilen taze sebzelerin eşliğinde ve mutlaka zeytinyağıyla sofraları süslediği yerde kilo almamak için zeytin ağaçları arasında uzun yürüyüşler yapmakta yarar var.
Hüdavendigar köprüsü ve camisi
Behramkale’den Ayvacık yoluna girildiğinde Tuzla Çayı üzerinde 14. yüzyılda yapılmış Hüdavendigar Köprüsü’nden geçiliyor. Halen ayakta ve sağlam olan bir tarihi köprü. Kemerleri dikkat çekici ancak gördüğümüz köprü elbette orijinal halinden onarımlarla farklılaşmış. Ama kemerleri orijinalliğini koruyor. Hüdavendigar Camisi de 14. yüzyıl eseri. Bir tepenin üzerine yapılmış olan cami Osmanlı dönemine ait ve oldukça tipik bir yapı. Cami’nin giriş kapısı yakın çevredeki Carnellus kentinin kapısıdır. Carnelius kilisesini onartan Skamantos Kralının kilise kapısına yazdırdığı yazılara dokunulmamış ancak üzerindeki haç işaretinin iki kanadı kırılmıştır. Caminin iç süslemelerindeki kadırga resimleri de cami mimarisinde pek alışılmış bir şey değildir.