Oyun insanlık tarihi kadar eskidir. İnsan hayatının hemen her evresinde var olmakla birlikte, özellikle hayatın ilk yıllarında çocuğun yaşadığı dünyayı tanıması, sevgilerini, kıskançlıklarını, mutluluk ve kırgınlıklarını, öfkesini, iç çatışmalarını, hayallerini, düşündüklerini ifade edebilmesi için en güzel dildir. Oyunun çocuk eğitimindeki önemini belirterek, eğitim ortamına aktarılmasını vurgulayan pek çok eğitimci ve araştırmacı olmuş ve her […]
Oyun insanlık tarihi kadar eskidir. İnsan hayatının hemen her evresinde var olmakla birlikte, özellikle hayatın ilk yıllarında çocuğun yaşadığı dünyayı tanıması, sevgilerini, kıskançlıklarını, mutluluk ve kırgınlıklarını, öfkesini, iç çatışmalarını, hayallerini, düşündüklerini ifade edebilmesi için en güzel dildir. Oyunun çocuk eğitimindeki önemini belirterek, eğitim ortamına aktarılmasını vurgulayan pek çok eğitimci ve araştırmacı olmuş ve her biri oyunun yapıcı yönüne dair bir tanım ortaya koymuştur.
İtalyan eğitimci Maria Montessori oyunu “Çocuğun en önemli işi”, oyuncakları da “En önemli aracı” olarak tanımlamıştır. Fransız yazar Montaigne yüzyıllardır oyunu çocuğun eğlenmesi ve oyalanmasına yarayan amaçsız bir uğraş olarak görenlere karşı çıkarak “Çocukların oyunu oyun değil, onların en gerçek uğraşıdır.” demiştir. Fröbel’e göreyse yetişkinler için iş, çocuklar içinse oyun önemlidir. Fröbel’in eğitim anlayışına göre oyun çocuğun en içten, en gerçek davranışı ve kendini anlatma biçimidir. Bu tanımlara bakarsak, oyunun çocukların dünyasındaki yerini hayal etmek mümkün… Uçsuz bucaksız… Geçmişten günümüze oyun, yeryüzünün her yerinde oynanmaktadır. Toplumsal kültürlerin temelini oluşturan unsurlar arasında yer alıp, her toplumun kendi geleneksel kültürü ve yaşam biçimlerinden şekillenmiştir.
Çocukların büyüyüp gelişmesinde anne-baba ve eğitimcilerin olduğu kadar, çocukların kendi çabaları da vardır. Çocuklar kendilerini emek harcayarak yaratmaya çalışırlar. Bu çabayı sürekli oynayarak gösteren çocuklar, pek çok şeyi kendi kendilerine deneyerek öğrenmekte, gizli güçlerini geliştirmekte, çeşitli becerileri de zorlamadan kazanmaktadırlar.
Türkan Saylan bir yazısında şöyle demiştir: “Çocukların yetişmesinde oyunların ve oyuncakların rolünü yaşayarak algılayanlardanım. Büyüklerin çocuklarla oturup masal anlattığı, bilmece sorduğu, bahçelerde hayvanlarla, çiçeklerle, böceklerle, tahtalarla, kamışlarla oyunların kurulduğu dönemde geliştik biz. Evdeki çarşafların arkasında tiyatro, gölge oyunu sergilendiği, bakkalcılık oynandığı, saklambacın evleri – bahçeleri aşıp, semtlere yayıldığı güzel günlerdi o çocukluk günleri. Leğene su doldurup, kağıttan katlamalı gemilerimizi salınca okyanuslara açılırdık.” Kim bilir o okyanuslardaki yolculuklar ne hayaller barındırıyor içinde… Bu bana hızına yetişemediğimiz şekilde ilerleyen teknolojinin, küreselleşme çabalarının, çağın gerisinde kalmamak adına artısı eksisi düşünülmeden atılan adımların bazı güzellikleri alıp götürdüğünü düşündürttü. Tıpkı değerli Türkan Saylan’ın da anlattığı gibi, biz de belki de son nesildik böyle çocukluk günleri yaşayan… Hatırlıyorum hava kararana kadar dışarda olduğumu ve annemin balkondan seslenişini… Hatta her balkondan bir isim yankılanırdı sokağa… Apartman girişlerinde toplaşıp, isteksizce dağılırdık evlere ve yarın gelse diye yatardık gece… Köyde toplandığımız zamanlarda mendil kapmaca, yakan top, dansa davet oynardık. Saklambaç içinse akşamı beklerdik, daha eğlenceli olurdu. Daha küçükken dedem bize çamurdan minik fırınlar yapardı bahçeye. Biz de çamurdan ekmekler pişirip dağıtırdık. Ve kına yakardık yaprakların yeşilinden, parfümler yapardık çiçeklerden, takılar yapardık çamın iğne yapraklarından… İsim – Şehir oynardık… Dere kenarına gidip minik balık diye az sevmedik iribaşları… Teneffüslerimiz seksek, ip atlama, elim sende ile kan ter içinde biterdi… Sonra bir yerde ateriler, kocaman masaüstü bilgisayarlar ve de cep telefonları girdi hayatımıza… İşte bu sözünü ettiğimiz oyunlar, unutulmaya yüz tutmuş oyunlar kategorisine girdi sonrasında…
Bilgisayar ve internet deniz derya… Nasıl yararlanacağı konusunda bilgilendirilmeyen çocuklar, enerjilerini de olumlu yönde harcayamıyorlar artık. Bunda eğitim sistemindeki aksaklıklar, sosyal etkinliklere verilen değerin azalması, beden eğitimi, müzik, resim derslerinin hak ettiği değeri görmemesi de etkili değil mi sizce de? Bunu yaratan biz büyükler değil miyiz? O oyunları unutturan, o güzellikleri geride bırakan ve yaşatamayan biz büyükler, aynı zamanda bundan şikayetçi de olmuyor muyuz? Çocuklar için alışveriş merkezlerine gitmek çok büyük bir ödül şu anda. Ya da çocukları parka götürmek büyük bir iş anne-babalara göre. Çünkü biz büyükler çok yoğunuz, çünkü okullar çok yoğun, çünkü artık çocuklar tek başına hiçbir şey yapamıyorlar, çünkü gözümüzü çocuğumuzdan ayırmak istemiyoruz, çünkü güvenemiyoruz, kaygılanıyoruz… İçinde olduğumuz zaman böyle bir zaman oldu… Sosyalleşme, doğru iletişim, grupla hareket, kurallar hepsi biraz daha üzeri kapalı şekilde kaldı. Arada aralamaya çalışıyoruz ama, sanki yeterli olamıyor. İşte bu durum çocukları oturdukları yerden bir şeyler yapmaya itiyor ve o şey de onları kendine bağlama konusunda çok başarılı. Hayal gücü geniş bir çocuk, bir sopayı da oyuncak haline getirebilir. Fakat yeni dünya düzeninde çeşit çeşit oyuncak, rengarenk oyuncak imkanları bulunuyor. Bu seçenekler çocukları çok heyecanlandırmakta, ancak kimi zaman hayal güçlerini beslerken kimi zamansa heveslerinin çabucak geçtiği oyuncaklar haline gelmesine de neden oluyor. Bizler az oyuncakla yıllarca oynayan bir nesilken, şimdi anne-babaların dönem dönem oyuncak ayırdıkları bir zamana geldik. Hızlı tüketim, çocuklarımızı da doyumsuzluğa itiyor. Çocukları oyuncaklardan uzaklaştırmak doğru değildir, fakat oyuncaklara boğmak da ilgilerini sınırlayacaktır. Her şey kararınca güzel ve verimli. Çocukların oyun alanları ve oyun oyun saatleri yok olmasın… Çocukluk ve gençlik çağındaki o muhteşem enerjinin olumlu yönde harcanması çok kıymetli. Her çocukta mutlaka yönlendirilmesi, geliştirilmesi gereken bir özellik vardır ve bu özellikleri gözlemleyebilmenin en sağlıklı yolu oyun zamanlarıdır. Oyunlarımızı çocuklarımıza geri verelim. Çünkü gözleri ekrandayken gözlemleyebileceğimiz tek şey parmak hareketleri…
Haydi eski oyunlarımızı hatırlayalım biraz… Uzun eşek, aç kapıyı bezirganbaşı, köşe kapmaca, yakan top, yerden yüksek, kutu kutu pense, yağ satarım, tavşan kaç tazı tut, şişe devirmece, bayrağa koşu benim aklıma gelenler… E tabi kendi uydurduklarımız da vardı… Onların da neşesi çok başkaydı… Sizin aklınıza hangi oyunlar geliyor?
Bir çocuğun yaşamı oyunsuz düşünülemez. Oyun, çocuğun dünyayı ve hayatı keşfettiği en önemli araçtır. Çocuk oyun aracılığıyla, hem kendi sınırlarını tanır, hem de sosyal ilişkileri yapılandırmayı öğrenir. Oyun, hem eğlenceli hem de eğitseldir. İyileştirici gücü vardır. Anne ve baba çocuklarının oyununa dahil olarak onunla kaliteli zaman geçirebilir ve aile içi iletişimin güçlenmesini sağlayabilirler.
Hayal kurun, düşleyin, oynayın… Hep oyunla kalın…
Ebru MUTLU ÖZDAMAR
Okul Öncesi Eğitimcisi