VATAN VE BAYRAK Yağ yoktu, tüp bulunmazdı o yıllarda. Kuyruklar günlerce beklemelerin sonunda meyvesini verirdi. Bir paket katı yağ, bir küçük tüp. Öyle her evde televizyon falan da yoktu. İstanbul’un elektrikli otobüsleri (treleybüs) KULAKLI lakabıyla kullanılırdı. Duble yolları bırakın Etiler’de bile bir çok yol stabilize idi. Tüm dünyanın ABD güdümünde uyguladığı ağır ambargoya […]
VATAN VE BAYRAK
Yağ yoktu, tüp bulunmazdı o yıllarda. Kuyruklar günlerce beklemelerin sonunda meyvesini verirdi. Bir paket katı yağ, bir küçük tüp. Öyle her evde televizyon falan da yoktu. İstanbul’un elektrikli otobüsleri (treleybüs) KULAKLI lakabıyla kullanılırdı.
Duble yolları bırakın Etiler’de bile bir çok yol stabilize idi. Tüm dünyanın ABD güdümünde uyguladığı ağır ambargoya rağmen halk mutluydu. Çünkü onurlu bir devlet, gururlu bir millet vardı. Komşular kardeşten öte, arkadaşlar gerçek dert ortağıydı. Allah’ı da, Peygamber’i de bilen halk asla Atatürk’le bu kutsallığı karşılaştırmazdı. Atatürk atamız, Allah yaratan, Peygamber’de onun elçisiydi. Hiç karışmazlardı birbirlerine toplum bilincinde.
Haftada beş gün çocuklar ant içer, bayrağı ve vatanı öğrenirlerdi okullarda. İstiklal Marşı öyle her yerde okunmaz, okunduğu zaman da neredeyse SU bile akmaz saygı gösterirdi. Bayrağın ineceği, vatanın bölüneceği akıllara dahi gelmeyecek kadar gerçek dışıydı, kaldı ki televizyonlarda konu edilip tartışılsın. Akıl hastası bile bunu yapamazdı. ASALA denen bir Ermeni terör örgütü vardı ama bu örgütün karşısında öyle bir de istihbarat teşkilatımız vardı ki, örgüt eylemlerini ancak yurt dışında yapabilirdi.
Sonra askeri darbe oldu. On yıllık örgüt Türkiye’de ki ilk eylemini kuruluşundan ancak on iki yıl sonra yapabilmişti. 1982 yılında Ankara’da Esenboğa Hava Limanı bombalanmış ve 9 vatandaşımız hayatını kaybederken 72 vatandaşımız yaralanmıştı. On iki yıl içinde neden Türkiye’ye karşı kurulan bir terör örgütü Türkiye’de eylem yapamamıştı da 32 ülkede hep Büyükelçiliklerimize saldırıp diplomatlarımızı şehit etmişti dersiniz. Sebebi basit, istihbarat teşkilatının tam ve doğru çalışması ile her girişimleri topluma hissettirilmeden önlenmişti de ondan. Vatan sevgisini yüreğinde hisseden vatandaş içinde hainlere yer vermemişti de ondan.
Ermeniler başaramayacaklarını anladılar ve vatan topraklarında cehaletten faydalanarak taşeron bir örgüt ile yollarına devam ettiler. PKK. 1984 yılında ilk saldırı Eruh’ta gerçekleşti. Maddi yokluk ve olumsuz yaşam şartları altında kalan, büyük bölümünün Türkçe dahi konuşamadığı Kürtler hedef seçilmişti. Tarih boyu çeşitli ayaklanmalar ile ayrılmayı denemiş olan bu topluluk emperyalistler için biçilmiş kaftandı. Hem İngiliz casus Getrude BELL hem de onun çırağı Thomas Edward LAWRENCE bölge halkı için İngiliz hükümetine bir çok rapor sunmuş ve bölgenin çözülme kodlarını onlarca yıl önce vermemişler miydi? Vermişlerdi elbet.
Yapılacak iş basit, uygulama süresi uzundu. Bölgede ki yetersiz yaşam şartları eğitimi engellemekte, kızlar okuyamamakta, çağdaş eğitim sisteminden geçemeyen analar yeni nesiller yetiştirmekteydi ve bu nesiller şartları olgunlaştırıyordu. Demek ki eğitim ele alınacak ana konuydu. Hem ülkenin eğitim almış kesimi değil miydi bayrağını, vatanını koşulsuz seven. Eğitime yatırım yapacak birisi görevlendirilmeli, kilise güdümünde ki CİZVİT okulları model alınarak yeni bir sistem kurulmalı ve yeni nesiller yetiştirilmeliydi.
İşte Fettullah GÜLEN bu şekilde ortaya çıktı. Amacı bu günleri planlayan emperyalistlere uşaklık etmek ülkeyi işgale hazırlamaktı. 2000 yılında artık ilk nesil icra makamında yer alacak seviyeye gelmişti. Artık düğmeye basılmalıydı ve 2002 yılında 57. Hükümet bir sivil darbe ile alaşağı edildi. Artık her şey daha kolaydı. Sermaye sahipleri el değişti. Öğretim sistemi her yıl yapılan değişikliklerle çocukların kafalarına hiçbir şey veremez hale getirildi. Ant içmek okullardan kaldırıldı.
Dağdaki teröriste gel dendi ve kurulan çadır mahkemeleri ile affedilerek davullarla toplum içine salındı. O toplum içine salınanlar KCK’yı kurarak PKK’nın kent yapılanmasını sağladılar ve siyasi bir süreç başlattılar. Dağlardan inenler meclise girdiler. Polisimizi tokatladılar, öldürülen teröristlerin hesabını meclisimizde sormaya cüret ettiler.
AKİL insanlar denen şerefsizler ordusu ile toplumsal algı oluşturulmak istendi. Her gittikleri yerde aşağılanan, darp edilen bu grup fazla dayanamadı ve görevi bıraktı. Ordumuz Balyoz ve Ergenekon adı altında sahte bir soruşturma ile komuta kademesi hapiste, etkisi ve itibarı kalmamış hale getirildi.
Ta ki 17 Aralık 2013 tarihine kadar. İşte ne olduysa o gün oldu. Recep Tayyip ERDOĞAN’nın ve Ak Parti’nin emperyalistlere göre görev süreleri dolmuştu. Artık yeni aktivistlere kapılar açıktı.
Ancak Ak Parti’ye seçmeni sahip çıktı. Paraların hesabı sorulmadı. MİT tırlarının ne olduğunu kimse merak etmedi. Dört bakan yüce divandan kaçtı. Bilal ERDOĞAN savcının karşısına çıkmadı ve birden Fettullah GÜLEN oluverdi PARALEL. Biz muhalifler bu durumu dehşet ve hayretle izlerken bu günlerin geleceği endişesiyle sürekli olarak “bırakın artık bu ülkeyi istifa edin” dedik durduk. Ancak nafile.
Seçmen daha büyük bir güçle sarıldı Ak Parti’ye. Lider Cumhurbaşkanı oldu ama yeni liderle yapılan genel seçim yine de kazanıldı. Başbakan seçilen kişi kendi söylemleri olan “milli irade” düşüncesine aykırı olarak bir hafta içinde emir gereği değişti.
Günler geçiyor, terör artıyordu. Sultanahmet üç kez patladı. Kızılay, Tandoğan bombalandı. Derken bir akşam ki tarihler 15 Temmuz’u gösteriyordu askerler Boğaz Köprüsüne darbe yapmak istediler. İçinde ki gruba hakim olamayan Fettullah GÜLEN son kozunu oynamaktaydı. Terör ve kaos ortamı yaratıp ülkeyi kan gölüne çevirmek ve emperyalistleri demokrasi getirmeleri için ülkeye davet etmek görevindeydi.
İçinde ki bayrak ve vatan sevgisi en aza inmiş millet onlar için tam kıvamındaydı. Eğer o gün Cumhurbaşkanı’na suikast yapma girişimi başarıya ulaşmış olsaydı bu emellerine de ulaşacaklardı. Ancak Allah yine Türk’ün yanındaydı ve Cumhurbaşkanı kurtulmayı başarmıştı. Onun çağrısı ile sokaklara dökülen halk gereğini yapmıştı. Artık FETÖ terör örgütü kendisini resmen açığa vurmuştu.
Şimdi yaşadıklarımız işte bu durumun sonuçları. Beşiktaş bombası, Kayseri bombası. Bu duruma son vermek adına bir an önce yavrularımıza ant içirmeye başlamalıyız.
Maçlardan önce İstiklal Marşımızın okunmasını yasaklamalıyız ki itibarsızlaşmasın. Eğitim sistemimize yeniden ATATÜRK’ü, KEMALİZM’i yerleştirmeliyiz. Atatürk’ün tapılacak değil, izinden gidilecek bir lider olduğunu yeniden anlatmalıyız. Tek kurtuluşumuz gelecek nesillerin bayrak ve vatan sevgisi ile büyümesinde çünkü.